1982 yapımı ilk Tron filminin yönetmeni Steven Lisberger şu günler kıskançlıktan çatlamıştır herhalde. Lisberger, bilgisayar efektlerini kimsenin duymadığı 80’li yıllarda neredeyse tamamı bir bilgisayarın içinde geçen epik macerasını bin bir teknik zorluk ve bu tür teknolojik bir konseptin seyirciye garip geleceği korkusuna rağmen bitirdi. Tron vizyona girdi, Lisberger’in korktuğu başına geldi ve seyirci alışık olmadığı tür hikâyeden korkup sırt çevirdiği için film battı. Orjinal Tron’un gişede başarısızlığı yüzünden Lisberger’in sinema kariyeri de bir daha toparlanamadı.
28 sene ileriye saralım. Disney, orjinal Tron’un kült statüsü edinmesinden sonra olası bir devam filminin seyircide oluşturacak heyecanı test etmek için kısa bir “teaser” çekti. Bu teaser büyük beğeni ve heyecanla karşılanınca Disney devam filmine yeşil ışık yaktı. Ve işte karşımızda 150 milyon dolarlık bütçesini her anıyla gösteren, modern teknolojinin bütün numaralarını kullanan, A sınıfı bir bilim-kurgu eğlenceliği var karşımızda Tron Efsanesi ile.
Orijinal Tron’da karmaşık pratik özel efektler yüzünden bilgisayar içinde geçen sekanslarda bir gıdım bile kamera hareketi kullanamayan Lisberger’in, blockbuster uzun metraj sinemasına etkileyici bir ilk adım adan yönetmen Joseph Kosinski’nin başta harikulade ışık motorsikleti yarışı olmak üzere 3 boyut mekanlarını bütün ihtişamıyla kullanan enerji dolu aksiyon sekansları karşısında seyirci ile beraber ağzının açık kaldığına eminim.
1982 yapımı film ile aşina olanlar için Tron Efsanesi, hikaye bakımından ilk filmi neredeyse adımı adımına takip ediyor. Bir kez daha asi bir bilgisayar programcısı sofistike bir ışın sistemi sayesinde kendini ölümcül oyunların oynandığı bir bilgisayar dünyasında buluyor ve gerçek dünyaya geri dönmeye çabalıyor.
Tron Efsanesi ile bu sefer hikaye iki baba-oğul dinamiği ile daha bir önem kazanıyor. Bir yanda yıllar önce kaybettiği babası Kevin Flynn’i (Jeff Bridges) bilgisayar dünyasında bulan Sam’in (Garrett Hedlund) bu tür bir filme oranla gayet yetişkin bir biçimde elden geçirilmiş karmaşık ilişkisi var. Diğer yanda ise Kevin Flynn’in kendini kopyalayarak yarattığı mükemmeliyetçi faşist program CLU ile tanrı-kul tarzı dinsel göndermeler ile dolu sevgi/nefret duyguları var. Tron Efsanesi, bütün etkileyici aksiyon sekanslarının arasında bu iki ilişkiyi gayet tatmin edici bir biçimde inceliyor ve “boş popcorn filmi” kategorisinin biraz da olsun üzerine çıkıyor.
Buna rağmen film ne yazık ki bilim-kurgu klasikleri arasında yerini alacak kadar başarılı ve orjinal olamıyor. Bu kısıtlamamanın temel sebepleri arasında Tron Efsanesi’nin yer yer klişe dolu diyalogları ve bazı zayıf oyuncu yönetimi var. Filmin ikonik disk düellosu ve ışık motorsikleti sahneleri gerçekten hayret uyandırıcı görselliklere sahip, ama Garrett Hedlund’un bayat “one-liner”ları (aksiyon sahnelerinin sonunda karizmatik olsun diye konulan tek cümlelik diyaloglar) kulaklarımızı tırmalamasaymış keşke.
Ayrıca ilk filmde kendini bu olağanüstü dünyada bulan Kevin Flynn rolündeki Bridges, şok ve büyülenme karışımı bir tepki veriyordu. Sam rolündeki Hedlund’un ise tavrı biraz fazla olağan ve ilgisiz gibi, sanki kompleks bir bilgisayar dünyasına girmek her gün herkezin başına gelen bir olaymış gibi. Filmin oyunculuğundan bahsetmişken Bridges’in zen Flynn karakteri, bazı diyaloglarda Coen kardeşlerin klasiği Büyük Lebowski’nin tembel ana karakterini hatırlatmadı değil. Filmi her ne kadar sevsem de Tron 2 yerine Büyük Lebowski 2’yi izlemeyi tercih ederdim doğrusu...
Oktay Ege Kozak
*Alıntıdır..
Kaynak : Beyazperde.com