Nickelodeon Türkiye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Merhaba! Bazı arkadaşlarımız videoları izleyemediği konusundaki şikayetleri bildirmişler. Nickelodeon Türkiye, bir forum sitesidir. Her kullanıcı kendi yazdığı ve yayınladığı mesajlardan
sorumludur. Bazı videolar, telif hakları sebebiyle internet ortamından kaldırılmıştır. Bazılarına ise erişim engeli getirilmiştir. Bunun Nickelodeon Türkiye ile hiçbir bağlantısı olmayıp, durum
video yayıncılarından kaynaklanmaktadır. Üyelerimize ve ilgilenenlere duyrulur.


 

 İLGİNÇ YAZILAR

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SinEnis
Moderatör
Moderatör
SinEnis


Kayıt tarihi : 18/05/10
Mesaj Sayısı : 3513
Paylaşım Puanı : 3554
Yaş : 24

İLGİNÇ YAZILAR Empty
MesajKonu: İLGİNÇ YAZILAR   İLGİNÇ YAZILAR Icon_minitimeCuma Ağus. 13, 2010 9:15 pm

7-8 Yaşlarında bir kız çocuğuydu, sarı saçları, mavi gözleri çocukluğuna ayrı bir sevimlilik katıyordu. Annesini doğduğu gün kaybetmişti. Babası iyi bir eğitim vermek için canla başla çalışyordu. Bakıcıyla beraber tek başına çocuk büyütmenin verdiği stresi artık kaldıramaz olmuştu. Gün geçtikçe artan isteklerinin elinden geldiğince karşılamaya çalışıyordu.
Yoğun bir işgünü akşamı salonda otururken kızının sesiyle kendine geldi
- babacığım yarın bana ambalaj kağıdı getirirmisin
şaşırmıştı bu isteğe, anlam veremedi "tamam kızım" demekle yetindi
küçük kız ertesi akşam herzamanki şirinliği ile babasını karşıladı.
- aldınmı babacığım
- aldım ama ne yapacaksın sen bunu
- süpriz, söylemem
- peki yardım istermisin
- olmaz süpriz dedim ya, yarın görürsün.
koşarak odasına çıktı. yatağının altından çıkardığı paketi minicik elleriyle ambalajlamaya çalışıyordu. uzun uğraşlar sonunda olduğuna kanaat getirdi.
sabah güneşi ile uyandı. neşe içinde giyindi. tatil günüydü haftada bir gün babası ile kahvaltı yapmaya bayılıyordu. yatağının altına sakladğı paketi aldı, koşarak babasının yanına indi.
kapıda göründüğünde kızının her zamankinde neşeli görünmesine şaşıran babası
- hayırdır birtanem neden bu kadar neşelisin
- biliyormusun babacığım bu gün ne
- hayır
- bugün babalar günü, bu da benim sana hediyem
şaşırmıştı babası, akşam getirdiği ambalaj kağıdı hırpalanmış bir şekilde kızının ellerindeydi. ama kızının bu süprizi karşısında bir şey diyemedi. heyecanla açtı, paketi ama bir süpriz daha yaşadı, paket boştu. bir anda hiddetlendi,
- o kadar para verdim bu kağıda, ama mahvettmişsin. bari içine bir şey koysaydın. bunun içinmi uğraştın bütün gece
küçük kız gözünden düşen yaşlara aldırmadan
- "AMA BABACIĞIM BEN ONUN İÇİNE SANA OLAN SEVGİMİ, VEREMEDİĞİM ÖPÜCÜKLERİMİ KOYMUŞTUM " diyebildi
Bir anda dondu adam nutku tutuldu, yaptığından pişman oldu, dakikalarca birbirlerine sarıldılar.




Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer, oturup saymazdım eski
yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım, içine az buçuk da ciddiyet katılmış.
Bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Korkmazdım daha çok riske girmekten.
Daha çok yolculuğa çıkar, gün doğumlarını kaçırmazdım
asla; hele dağlara tırmanmanın keyfini.
Hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere.
Öyle bir şansım olsaydı eğer, dertlerim de yaşamın gerçeğini
taşırdı, yalnızca düşlerin değil.
İşte hani onlardan, her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
Aynı anlara geri dönebilseydim eğer, yalnızca iyi ve güzel olanları
tatmak isterdim yeniden
Öğrenmediyseniz hala, öğrenin artık:
Yaşam an’lardan oluşur. Sadece an’lardan...
Şimdi’yi yakalayın.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi ve paraşütsüz
yerinden kıpırdamayanlardan biriydim.
Ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer, iyice hafiflemiş olarak
çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer, sonbahara dek unuturdum pabuçlarla
yürümeyi
Hiç bilinmeyen yollara dalardım, tadını çıkarırdım gün ışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım, sil baştan yapabilseydim eğer
Ama heyhat, seksenbeşindeyim artık ve biliyorum ki ölmekteyim.

Jorge Luis BORGES
( 1899 – 1986 Arjantin )




Bedenin yükünü ayaklar taşır,ruhun yükünü yürekler.. bütün
ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran ayaklarınız
için rahatlığı ve şıklığı bir arada
barındıran ayakkabıyı seçersiniz.
Içinizin acılarını,sıkıntılarını,kırgınlıklarını ve hayallerini
yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk
ararsınız.
Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir...
Bazıları çamur yağmur,toz toprak kar buz gibi her türlü "kötü
hava"koşullarına dayanıklıdır.
Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak
"yamulur"
ilk
yağmurlu
havada "altı açılır"
veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup"gider. Aşkları da
ayakkabılar kadar "itinayla"seçmezseniz,tıpkı
ayağınızda olduğu
gibi yüreğinizde NASIR oluşabilir.
Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için
"zamanla açılır"diyen satıcıya inanarak alırsanız,zaman içinde
ayak kemiklerinizde "deformasyon" baslar.
Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel beğeniye
kapılıp"zamanla düzelir"diyenlere kanarsanız,
yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların
"çarpıldığını"görebilirsiniz.
Aşık olabileceğiniz insan türü,tıpkı ayakkabılar kadar
değişik stillerde,farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir"....
Aşkı bir çeşit serüven olarak"spor"gibi yasayanlar,aynen
"spor ayakkabı"gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.
Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler
"klasik ayakkabı"gibi muhafazakar
çizgiler taşıyanlara tutulurlar.
Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eğlence
zevkleriyle
ateşlenen
aşklar vardır.
"Bez"ayakkabılar gibi kısa ömürlü "tatil aşkları"ise hemen
herkesin
kişisel tarihinde mevcuttur.
"Marka"ayakkabı alır gibi,sevgilinin kariyerine ve maddi
durumuna
"tutulan"aşıklar görürsünüz.
Kati plastikten "yağmur çizmesi"edinir gibi mantık
süzgecinden
geçirip
“işe yarar"
biçimde yasamak isteyenleri de bilirsiniz.
Ayrıca ne tuhaf ki,psikolojik testlerde "zaafı"olup evine
sayısız çeşitte
ayakkabılar yığan insanların ayni
zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.
Evet,aşk "ayakkabıdır" Aynen ayakkabınıza bakim yapmayıp
"hor"kullandığınız zaman
kolayca
eskittiğiniz gibi,
aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman
kısa
sürede
"eskitirsiniz".
Ve nasıl ki"delik"bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde
yalnızca"bir
miktar"ömrünü uzatmış olursanız;
"delik"bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi
olmayacaktır"!




Saatler duruyor tüm evrende, herşey aşka koşuşuyor. Aşk ey aşk, sana feda edilir tüm kazanımlar, bir kalemde sildirirsin yaşam boyu uğruna dökülen herbir sancı dolu ve eziyetli saatlerin yarattığı mutsuz insanı. Kör edersin düşünceleri, eli ayağı tutamaz olur fikirlerin. Onu görmek içindir bazen tüm yönelişler , her yerde o bakış aranır gerekli gereksiz. O kokar her bir yan, yönler karışır, pusula, tek şahit kalplerdir. Kalpler bulurlar birbirlerini, mıknatıslar gibi olsalar da ayrı iklimlerde sonunda olurlar birbirlerinin. Bu bütün ihtiraslardan arınmış bir buluşmadır artık. Aynı havayı solusunlar, aynı rüyayı aynı anda görsünler yeter. Nedir o görüldüğünde sevgili, yürekten akan, bir yandan acıtan, bir yandan lezzetlerin en büyüğü o kıvılcım, o ılık ateş. Konuşturmayan, hayat bağlarını çözdüren biran için, nefesini boğazında tıkayan insanın. Bu aşkın bileşimi çelik anahtarla saklı sihirli formülü olmalı. Yaşayamayanın çözemediği bir formül. Aşk mevsimi olmayan yağmur gibi..........





Öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terkedebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında..En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; İç çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır.
Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; "Ölmek var, dönmek yok"tur.
Gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya...
Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz:
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız.
Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz.
"Eskiden böyle miydi ya..." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı;
Açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından...
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz.Değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar.
Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
"Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...
Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya bir kabusa dönüşür birden...
Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size...Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder.
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz.
Ayrılırsanız yaşamayacağınız bilirsiniz, ama böyle de sevemezsiniz İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek, terk edersiniz...
"Madem öyle..." nin çağı başlar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir,
Madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir".
Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece....
Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre...
Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni...
Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur.
Delikanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla
"Bana ne.kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre
Ama sonra ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız.
Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
Dönemezsiniz...
Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
Sürünür gidersin




Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç,
babasıyla
birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı.
Genç
okulun futbol takımındaydı.Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve
tecrübesizliği sebebiyle hoca ona bir türlü maçlarda görev vermiyordu.
Bu
yüzden her zaman yedek kulübesinde otururdu. Buna rağmen babası hiçbir
maçını kaybetmez ve her zaman ayağa kalkar tezahürat yapardı.

Liseye başladığında yine sınıfın en sıska öğrencisiydi.Fakat babası
onu
hep futbol oynamaya teşvik etti; bununla birlikte,eğer istemezse
oynamayabileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda
kalmaya karar verdi.Her idmanda elinden geleni yapıyor takımın as
oyuncusu
olmaya gayret ediyordu. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan
kurtulamadı. İnançlı babası tribünde her zaman ki yerini alıp oğlunu
desteklemek için tezahürat yapmaya devam ediyordu.

Genç üniversiteye başladığında futbol onun için önemini kaybetmeye
yüz

tuttu,ama yine de elinden geleni yaptı.Herkes onun okul takımına
giremeyeceğinden emin olsa da o bunu başardı. Takımın antrenörü onu
listeye
dahil ettiğini,Çünkü her idmana yüreğini koyduğunu ve takımın diğer
üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti. Takıma girebildiği onu o
kadar
heyecanlandırdı ve sevindirdi ki, soluğu en yakın telefon kulübesinde
aldı
ve babasına müjdeyi verdi. Onun bu başarısına sevinen baba mutluluğunu
paylaştı ve kendine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi.

Üniversitede dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç,ne yazık ki
hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru,büyük bir
eleme
maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde
telgrafla antrenörü geldi.Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine
büründü. Güçlükle yutkunarak hocasına şunları söyledi:

"Bu sabah babam ölmüş izninizle bu gün idmana gelmesem?"

Hocası onun şefkatle boynuna sarıldı ve"bu hafta dinlen evlat" dedi.Ve
cumartesi günkü maçada gelmeyi aklından geçirme."

Cumartesi geldi çattı,ama okul takımının durumu hiç de iyi
değildi.Maçın

sonlarına doğru sessizce bir kişi soyunma odasına girdi,formasını ve
futbol
ayakkabısını giyip sahanın kenarına çıktı.

Babası ölen ufaklıktı bu!

Antrenör ve oyuncular bu azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede
tekrar
aralarında görmekten son derece şaşkındılar..

Hocasının yanına giden genç "Lütfen izin verin oynayayım" dedi.

"Bu gün oynamak zorundayım."

Hocası önce onu duymamış gibi davrandı.Böylesine zor bir eleme maçında
takımının en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını
düşünüyordu.Ama genç o kadar ısrar etti ki,sonunda ona acıyan hocası
razı
oldu. Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki, hem hoca, hem
oyuncular hem de arkadaşları gördüklerine inanamadılar.Daha önce hiç
oynamamış bu meçhul ufaklığın her hareketi harika, attığı her pas
isabetliydi.Karşı takımın oyuncuları onu durduramıyordu. Koşuyor pas
veriyor, savunmaya geçiyor ve maçın yıldızı gibi parlıyordu.Sonunda
gencin
takımı aradaki farkı kapattı,nihayet atılan gollerle de beraberliği
yakaladı.Ve son saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi
geçti
ve galibiyet golünü attı. Maç bitmişti, okulun taraftarları sevinç
çığlıkları atıyor, arkadaşları ufaklığı omuzlarında taşıyordu.
Seyirciler
stadyumu terk ettikten, oyuncular duşlarını alıp soyunma odasına
boşalttıktan sonra, takımın hocası ufaklığı bir köşede tek başına
sessizce
oturduğunu fark etti. Yanına gidip:

"Evlat, inanmıyorum. Bu gün bir harikaydın" dedi."sana ne oldu bunu
nasıl
yaptın anlat bana "dedi.

Hocasına bakan genç gözleri dolu dolu şunları anlattı:

"Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini de
biliyor
muydunuz?" Delikanlı güçlükle yutkundu,Gülümsemeye çalıştı."Babam bütün
maçlara geldi.Çünkü görmediği halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk
defa
bu gün beni görebilirdi.Ben bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona
göstermek istedim! "




Birinci ve de en önemli ders: Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi: "Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?.." Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı.Kadını yerleri silerken hemen hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı.50'lerinde falan olmalıydı.Ama adını nerden bilecektim ki!..Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim.Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu. "Tabii dahil" dedi, hocamız.. "İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve`Merhaba' demeniz gerekse bile.." Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da.. Dorothy idi.

İkinci önemli ders: Yağmurda otostop!..Bir gece vakit geceyarısına doğru Alabama otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm.Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.Geçen her arabaya el sallıyordu.Yanında durdum. 60' lı yıllarda bir beyazın bir zenciye hem de Alabama' da yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi.Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi verdim. Bir hafta sonra kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda..
"Gecen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının başucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın!..
En iyi dileklerimle, Bayan Nat King Cole."

Üçüncü önemli ders: Size hizmet edenleri hep hatırlayın..Bir pastanın üç otuz cente satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu.. Çocuk sordu:" Çikolatalı pasta kaç para?.." "50 cent!.." Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı..Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.." 35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla..Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki..Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim lütfen" dedi.Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve Öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi.Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaşları temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 centlik bahşiş duruyordu..

Dördüncü önemli ders: Yolumuzdaki engeller..Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.Bakalım neler olacaktı?. Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafindan dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye basladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti.Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı: içindeki altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.."

Beşinci önemli ders: Önemli olan vermektir..Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu. Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi. Kan nakli sürerken, ablasının gözlerinin icine bakıyor ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu..Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu: "Hemen mi öleceğim?.." Küçük, doktoru yanlış anlamış ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini sanmıştı.




Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın....
"Nereden çıktın bu vakitte dememeli, bir gece yarısı telaşla
Yataktan
Fırladığında;
"Gözünün dilini"bilmeli;dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı....
Arka bahçede varlığını sezdirmeden ,mütemadiyen dikilen vefalı bir
Ağaç
Gibi köklenmeli hayatında;sen,her daim onun orada durduğunu
Hissetmelisin.ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli,
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları,
...Dalları bitkin başına omuz,yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,en derin yaralarını açıp
Gösterebilmelisin;gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o,sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış
Anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,asıl yuhalandığında yanında durup
Koluna
Girebilmeli.
Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki
Ona,
Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,"hak ettim"
Diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının;günahlarının yegane şahidi....
Seni senden iyi bilen,sana senden çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş....




Hepimiz zaman zaman stresli, bunalımlı günler yaşamışızdır elbet. Size de olur mu bilmiyorum ama ben böyle günlerde oturup acaba amacımız ne, niye yaşıyoruz diye düşünürüm. Amacımız sıfır ve hiçlik noktasını düşünerek yaşamak mı olmalıdır, yoksa nasıl olsa sonumuz yok yine zero diyip kepenkleri kapatıp oturmak mı? Elbette hayır..! Sonuçta bir yaratıcının olduğunu ve bizi buraya bir amaçla gönderdiğini ve her birimizi diğerinden ayrı, türlü türlü özellikle donattığını biliyoruz. Belki de bu inanç bizleri hayata bağlıyor. Peki ama o zaman başlangıç noktamız ne olmalı? Tamam dünyaya ham meyvenin ağaca sarıldığı gibi sımsıkı sarılmamız gerekiyor ama amaç? Neden sarılmalıyız dünyaya..? Bizi bunalımlı dönemlerimizden kurtaracak yardım eli veya can simidimiz ne olmalı?
Herkes bu sorunun cevabını farklı bir ucundan tutmuş anlaşılan. Kimileri hayatı para için yaşamaya değer buluyor, kimileri aşk için, kimileri şan-şöhret, daha yüksek bir basamak için, kimileri sevdikleri için, kimileri de günlük hayatın sorunları içinde kaybolup, niye yaşıyorum sorusunu kendisine sormaya fırsat dahi bulamadan yaşıyor(?)..(Belki de öyle sanarak![?]) Tabi bilim için, etrafını aydınlatan mum ışığı gibi insanları aydınlatmak için yaşayan kendisini bunlara adayan bir çok insan da vardır. Öğrenmeyi, öğretmeyi kendisine ilke edinmiş. Bunların yanında parazit gibi, kimseye faydasının olmadığı gibi, nasıl çalışmadan başkasından geçinirim diye gecesini gündüzüne katıp çalışanlar da vardır elbet. Her neyse benim merak ettiğim, anlamlandırmaya çalıştığım, başlangıç noktamız ne olmalı? Hani yaşama sevincini bir kuşun kanadında, bir çiçeğin yaprağında, bir karıncanın kıpır kıpırlığında, bir çocuğun tebessümündeki saflığında bulabilmek......! Bulabilmek ama bu da insanın içinde başka başka kıpırtılar, sevgiler olmayınca olmuyor işte. Üzgün bir anında, başka zaman oturup saatlerce hayranlıkla seyrettiği bir çiçeği ezip geçebiliyor da insan.
O zaman şöyle bir sonuca ulaşabiliriz günlük hayattaki ufacık olaylardan, güzelliklerden, mini minti detaylardan mutlu olabilmemiz için de kendi içimizde bazı şeyleri kendi kendimize ispatlamamız temellendirmemiz gerekiyor galiba..!
***
Örneğin hayatı sevmeye bir çiçeği, bir sevgiliyi sevmekten başlayamayız. Bu hayatımızı onun üzerine kurmamız demek olur. Bunlar olsa olsa sağlam temeller üzerine kurulmuş, hayattan tat alabilmemiz için edindiğimiz kısa vadeli amaçlardır. Hatta amacın yakın fakat daha az dürtüyle desteklenen akrabası olan “gaye” diyelim. Hiçbirimiz farklı farklı dönemlerde kılık değiştirerek karşımıza çıkan bu gayeler gibi değişken değerler üzerine bir yaşam kuracak kadar, ömür yönünden zengin değilizdir elbet. Öyleyse bize daha sağlam rüzgardan, yağmurdan, kardan hatta fırtınadan, kasırgadan, etkilenmeyecek; her sıkıştığımızda sırtımızı rahatlıkla dayayabileceğimiz bir temel lazım.
O halde her şeye en baştan en temelden başlamalıyız. Mesela kendi özümüzü severek. Bence yaşama sevincini uzaklarda değil, en yakınımızda kendimizde aramalıyız. Şöyle bir yolculuğa çıkmalıyız insanlık tarihine doğru.
Aradıklarımızı; kendisine “seni ölüme mahkum etmişler” dendiğinde, “tabiatta onları” diyen Aristo’nun ve inandığı değerler uğruna gemileri karadan yürüten Fatih’in ince zekasında,
“Gel ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana’nın engin hoşgörüsünde,
“Aşık oldur kim kılar canın feda cananına,
Meyli canan etmesin her kim ki kıymaz canına” diyen şairin canını feda eden aşkında,
“Türk Milleti, zekidir, çalışkandır” diyip, halkını onure ederek, aslında her insanın (her milletin) içinde doğuştan var olan bazı becerileri tetikleyen ******’ün vatan sevgisinde,
Bulabilmek ...
Böylesine bir ince zekanın, böylesine bir hoşgörünün, böylesine derin duyguların torunuyuz biz.
*****
Bi şey dikkatinizi çekti mi? Saydığım bu insanların hepsi de farklı özellikleriyle anılıyorlar. Hepsi farklı bir alanda farklı uğraşılarıyla ön plana çıkmış ve adlarını bizlere kadar duyurmayı başarmışlar.
Madem ki ben, bizden yüzyıllar önce yaşayan ve gelecek nesilin deneyimlerinden yararlanarak daha üstün olmasını amaç edinen, sağlam temeller üzerinde adil ve tutarlı adımlarla ilerleyen bir geleceğe bu şekilde katkıda bulunan bu insanlardan (atalarımdan) kendime sonuç çıkarabiliyorum o zaman; taa ki o dönemlerde üzerinde uğraşılan bu binanın neden sağlam bir yapı taşı da ben olmayayım? Neden her şeyimi para, aşk, sevdiklerim gibi kaybettiğim anda boşlukta kalacağım şeylere bağlayayım ki. Bu kadar mükemmel ve sağlam bir temelim, mukaddes değerlerim varken.
Ki ben belki evrenin yapı taşı, belki de yaratılış nedeniyim. Evreni zekası ve iradesi nispetinde anlamlandıran veya buna cüret eden tek varlığım yaratılmışlar arasında..
Bence her insan bir kainattır! Sıradan diye bir kavram insanı kesinlikle ifade edemez. Sadece duyguları bastırılmış ve yetenekleri köreltilmiş insan vardır. Her insanın içinde kainat gibi yıldızları, galaksileri ve yaratılması için bir nedeni vardır muhakkak. Ve bu aşamada şunu düşünmeliyiz. Madem ki ben bu insanlardan bi şeyler öğrenebiliyorum ve hepsinden farklıyım, o zaman benim de insanlığa katacağım bi şeyler vardır elbet ve inanıyorum ki ben bu dünya için gerekliyim. Ona vereceğim, katacağım çok şey var. Belki sanatsal yeteneğim yok, çok zeki de değilim ama olsun “insanları seviyorum”):] diyebilmeliyiz veya çok muhteşem bir büyüklüktür insanın başkasındaki güzelliği görebilmesi. Bunu yapabiliyorum diyebilmek. Karşılıksız sevebiliyorum, karşılıksız bi şeyler verebiliyorum diyebilmek..
“BEN MÜKEMMELİM” DEMEK TOPLUMUN DEĞER YARGILARINA VURULDUĞUNDA BELKİ UKALALIK OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR. ANCAK, ŞÖÖÖLE BİR İÇİMİZE DÖNÜP KENDİMİZİ İZLEDİĞİMİZDE BUNUN KENDİMİZİ TANIMAYA BAŞLAMAMIZDAN BAŞKA Bİ ŞEY OLMADIĞINI GÖRÜRÜZ...
O zaman hep beraber “ben mükemmelim diyelim” ve sımsıkı önce kendimize sonra yaşama sarılalım





DAVA'NIN BÖYLESİ....

Aşağıda anlatılan dava gerçekten olmuştur.
Avukat Orhan AZİZOĞLU hukuki bir olayı nakletti.Olay gerçek...Bantlardan,tutanaklardan,karar ve zabıtlardan geçilmeyen şu günlerde mahkeme salonuna bir keyif penceresi açmaya yardımcı oluyor.
Bir akşam tiyatrodan çıkmış iki erkek arkadaş yolda yürürlerken önlerinde iyi giyinmiş şık ve alımlı bir hanımın yürüdüğünü fark ederler.
Erkeklerden biri diğerine dönerek "bu hanımla her gece geçirmeye 500 dolar veririm der".Bu sözleri işiten genç hanım başını çevirir ve "teklifinizi kabul ediyorum"der.Teklifi yapan erkekle hanım beraberce genç ve çekici kadının evine gidip hemen yatağın yolunu tutarlar.
Ertesi sabah apartmanı terk ederken adam kadına 250 dolar verir.Hanım pazarlık bakiyesi parayı ister ve "250 dolar daha vermezseniz sizi dava ederim"der.
Adam güler,"bunu nasıl ve hangi esaslara göre yapacağınızı görmek isterdim"deyip apartmanı terk eder.Ertesi gün mahkemeden gelen celp pusulasını gören adam şaşırır.Hemen avukatına gidip olayı detaylarıyla anlatır.Avukat " bu esaslara istinaden aleyhine bir karar alınabileceğini sanmıyorum.Ancak davanın nasıl sunulup doğrusu pek merak ediyorum"diye mütalaasını verir.Dava başlar ve ön soruşturmadan sonra hanımın avukatı mahkemeye dava konusunu aşağıdaki şekilde arz eder.
"Muhterem hakim bey,müvekkilem,bu hanımefendi,itina ile yetiştirilip çimlerle örtülü bahçe niteliğinde bir gayri menkule sahip bulunmaktadır.Bu arazi parçasını belli bir süre için davalı beyefendiye 500 dolar karşılığında kiralamıştır.Davalı gayri menkulü kira amacına uygun olarak kullanmış ve kira müddeti sonunda tahliye ederken kira bedelinin yarısı olan 250 doları ödememiştir.Kira tutarı yüksek bir bedel değildir.Kaldı ki kiralanan yer özel ve yasal bir bölgedir.Dileğimiz adaletin yerine gelmesi ve davalının müvekkileme anlaşmanın bakiyesi olan meblağı ödemesidir."
Davalı adamın avukatı bu beklenmedik savunma karşısında şaşırır fakat bir avukat olarak işin enteresanlığından haz duyar ve hemen daha önce hazırladığı savunmasını kenara koyarak davayı şöyle savunur.
"Muhterem hakim beyfendi,müvekkilim bu genç bey fendinin,bu genç hanımdan sahibi olduğu gayri menkulü bir süre için kiraladığı doğrudur ve müvekkilim bu anlaşmadan son derece memnun kalmıştır.Bununla beraber müvekkilim arazide bir kuyu bulmuş ve kuyuyu örgü taşlarıyla donatmış,kuyuya boru indirmiş ve pompa yerleştirmiştir.Bütün bu uğraşların işçilik masraflarını müvekkilim üstlenmiştir.İnancımıza göre bütün bu arazi geliştirme çalışmaların ödenmeyen meblağı karşılayacağından aleyhimize açılan davanın düşmesini talep ediyoruz."
Genç hanımın avukatı tekrar söz alır.
"Muhterem hakim bey,müvekkilem,davalının beyan ettiği gibi arazi üzerinde bir kuyu bulunduğunu ve gerekli gelişmeleri yaptığını kabul ediyor ve herhangi bir itirazda bulunmuyor.Ancak bahis konusu kuyu zaten arazide mevcut idi ve kuyu olmasaydı davalı muhtemelen bu araziyi kiralamayacaktı.Ayrıca arazi tahliye edildiğinde davalı söz konusu ettiği taşları,boruyu ve pompayı sökerek beraberinde götürmüştür.Bu bakımdan davamızda ısrar ediyor ve vereceğiniz kararın yüce adalete uygun olmasını diliyoruz."
HANIM DAVA'YI KAZANIR......




Jack yavaslamadan once Takometreye bakti: Hiz limitinin 50 oldugu yerde 73 ile gidiyordu ve son dort ay icerisinde dorduncu defa polis tarafindan
durduruluyordu. Bir insan nasil bu kadar sanssiz olabilirdi?
Jack arabasini saga cekti. "Insallah su anda yanimizdan daha hizli bir araba gecer" diye dusunuyordu.
Polis elinde kalin bir not defteri ile arabadan indi.
Bob? Bu Polis Kiliseden Bob degilmi?
Jack iyice arabasinin koltuguna sindi. Bu durum bir cezadan daha kotuydu.
Kiliseden tanidigi bir Polis, arkadas olduguna bakmaksizin birini durduruyordu. Hem de hizli gidip, trafik kurallarini ihlal ettigi icin.
"Merhaba Bob. Birbirimizi yeniden boyle gormemiz cok ilginc"
"Merhaba Jack" Bob gulumsemiyordu.
"Beni, karimi ve cocuklarimi gormek icin eve giderken yakaladin"
"Evet oyle" Bob umursamaz gorunuyordu.
"Son gunler eve hep cok gec geldim. Cocuklarim beni uzun suredir hic gormedi. Ayrica Diana bana bu aksam Patates ve biftek yiyecegimizi soyledi. Ne demek istedigimi anliyormusun?"
"Evet ne demek istedigini anliyorum. Ayrica trafik kurallarini ihlal ettiginide biliyorum." diye cevapladi Bob.
"Eyvah! Bu taktik fazla ise yaramayacak gibi. Taktik degistirmek gerekli" diye dusundu Jack "Beni kac ile giderken yakaladin?"
"Yetmis. Lutfen arabana girermisin?" dedi Bob.
"Ah Bob,bekle bir dakika lütfen. Seni gordugum anda Takometreye baktim. Sadece 65 ile gidiyordum."
"Lutfen Jack, arabana gir" diye usteledi Bob.
Jack cani sikkin bir sekilde arabasina girdi, kapiyi carparak kapatti. Bob not defterine bir seyler yaziyordu.
"Bob niye benim ehliyetimi ve araba ruhsatini istemiyorki" diye dusundu Jack.
Ne olursa olsun, bundan sonra kilisede bu adamin yanina oturmaktansa, birkac Pazar Jack kiliseye gitmeyecekti.
Bob kapiyi tiklatiyordu. Jack arabasinin penceresini 5 cm kadar acti.
Bob Jack'a bir kagit verdi ve gitti.
"Ceza degil bu" diye kendi kendine soylendi Jack. Bir anda sevinmisti. Bu bir yaziydi ve kagitta sunlar yaziyordu:
"Sevgili Jack, benim bir kizim vardi. Alti yasindayken cok hizli araba kullanan biri tarafindan olduruldu. Bu kazadan dolayi, adam cezalandirildi. 3 ay hapishane cezasiydi bu. Bu adam hapishaneden cikinca kendi cocuklarina sarilip, opup, onlari tekrar koklayabildi.
Ama ben... Ben kizimi tekrar koklayabilip, opebilmek icin, cennete gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adami affetmeye calistim. Bin kerede basardigimi zannettim. Belki basarmisimdir, ama hala kizimi dusunuyorum. Lutfen benim icin dua et ve dikkat et Jack, tek bir oglum kaldi."
Jack 15 dakika kadar bir sure yerinden kipirdayamadi. Daha sonra kendine gelip, yavas yavas evine gitti. Evine varinca, cocuklarina ve karisina sikica sarildi.
Hayat cok degerli, surekli dikkat et. Dikkatli araba kullan ve baskalarinin hakkina saygi goster. Hicbir zaman unutma, istedigin kadar araba satin alabilirsin, ama insan hayatini...


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İLGİNÇ YAZILAR
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Komik Yazılar :)
» Komik Yazılar 1
» komik yazılar 2
» komik yazılar 3
» komik yazılar 4

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Nickelodeon Türkiye :: Nickelodeon Dışı :: Nickelodeon Türkiye Kütüphanesi-
Buraya geçin: